KeremMeteKerem
Kerem Cömert - Kerem Kadakal

16. Turkce Ödevi

Konu : Atatürk'ün anılarından bir örnek
Ne zamana ? : 28 Aralık 2011
Not :
Birçok anı buldum, istediğinizi yazın.

TATÜRK’ÜN SÖYLEDİĞİ İŞTE BU DEDİRTECEK SÖZ

Cumhuriyet'in ilanından sonra İstanbul'da bir resepsiyon verilir.Tüm dünya ülkelerinin elçileri ve ateşeleri de davet edilir. Davet güzel bir şekilde devam etmektedir fakat ingiliz ateşeşi olan binbaşının bakışları MUSTAFA KEMAL'in gözünden kaçmaz. bütün davet boyunca kendisine dik dik bakmıştır ve bakmaya devam etmektedir. Ne olduğunu öğrenmek için yaverini gönderir. Yaver, MUSTAFA KEMAL'e şöyle der: Paşam kendisine neden ters bir tavır takındığını sordum, o da bana MUSTAFA KEMAL'in Çanakkale'de babasını öldürdüğünü söyledi. Bunun üzerine MUSTAFA KEMAL şöyle der: Git sor bakalım babasının ÇANAKKALE'de ne işi varmış???


1000 LİRALIK ÇEK

Atatürk, ünlü güresci Kurtdereli'ye ödül olarak 1000 liralik bir is Bankasi ceki veriyor. Altini Kemal Atatürk diye imzaliyor, zaten ceklerde resmi de var. Pehlivan ceki is Bankasi' na götürüyor; kendisine 1000 lirayi ödüyorlar. Muazzam bir para. Ama Kurtdereli hala bekliyor. "Ne bekliyorsun pehlivan?" diye sorduklarinda ceki bekledigini söylüyor. "Parayi aldin, cek bizde kalacak" diyorlar. "O zaman alin 1000 liranizi, verin cekimi" diyor. "Onda Atatürk'ümün imzasi var." Ve parayi iade edip Atatürk imzali ceki sevgiyle cebine yerlestirerek gidiyor.


UŞAK OLMAYI ÖĞRETEMEDİM…

Atatürkün davet ettigi ingiliz krali türkiyeye gelir ve dolmabahçe sarayinda sohbete baslarlar.Atatürk'ün söförü kazayla kahveyi kralin ustune doker.Kral sinirli sinirli yanindakilere "Ne beceriksiz adam.Yanindakilere disiplin verememis ulkesini nasil kurtarmis?" demis.Ataturk demiski:"Ne diyor bu kocaoglan?" Olayi anlatmislar Ata cok kizmis ve demiski:"Ben bu millete herseyi ogrettim sadece usak olmayi ogretmedim" demis. 

---

RECEP ÇAVUŞ…

-bu villa kimin? -kırkor efendi'nin paşam! -su kösk? -dimitri efendi'nin paşa hazretleri! -ya su ilerideki konak? -salamon efendi'nin *az ötedeki toprak damli, virane bir ev işaret edilerek* -peki ya su ev? -recep cavus'un pasam! -çağırın şu recep çavuş'u! *recep çavuş getirilir* -emredin paşam -bu villa kırkor efendinin, bu kösk dimitri efendinin, su konak salamon efendinin, o virane de seninmiş!bu ermeniler, rumlar, yahudiler şu binalari dikerken sen neredeydin!? -sizinle beraberdim paşam! trablusgarp'da, çanakkale'de sakarya'da..

---

ALMAN PROFESÖR…

Sene 1938, 10 Kasım..İstanbul Üniversitesinde saat 9'u 5 geçenin meşum haberi duyulmuş... Bir Alman profesör var, hukuk fakültesinde, o da duymuş, şaşırmış. Derse girsin mi girmesin mi..Bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek geliyor.Kalkmış yanına gitmiş. Aralarında şu konuşma geçmiş: "Efendim, tereddüt ediyorum. Acaba ne yapsam?" "Sizde böyle büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa onu yapın" İşte o zaman Alman profesör kullarını iki yana sarkıtarak: "Bizde hiç bu kadar büyük bir adam ölmedi ki" demiş.

---

ATATÜRK’ÜN EŞİTLİK ANLAYIŞI…

Atatürk bir gün dolmabahçe’den gizlice çikar topkapi sarayi müzesine gelir. Müzeyi gezmek ister. Kendisini kapiciya tanitir, fakat kapici henüz saat dokuz olmadi, memurlar da gelmedi atatürk degil, kim olursan ol, bekleyeceksin der. Hiç süphe yok ki , kapici atatürk'ü tanimamis ve birden fazla bu sözlere muhatap bulundugu için gelenin atatürk olabilecegine inanmamistir. Fakat mühim olan nokta atatürk'ün kapicinin sert cevabi karsisinda israr etmeyerek ,bir kenara çekilip, saatin dokuz olmasini ve memurlarin gelmesini beklemesidir.


---

SAKAL ÜZERİNE…
Atatürk Amasya ziyaretinde.Vali konaginda yörenin ileri gelenleri ile sohbette. Bir ara tam karsisinda oturan birine takilir gözleri. Yasi ellinin üzerinde bu adam beline kadar inen sakaliyla Atatürk'ün dikkatini çeker. Ata, yanindaki valinin kulagina egilip sorar; - Kimdir bu? Vali yanit verir; - Efendim kendisi Sih'tir. Yörede çok hatirlisi vardir. Atatürk Sih'i yanina çagirir ve; - Bak baba, imanin ölçüsü sakalin boyunda degildir. Sunu rica etsem de en azindan Peygamber efendimizinki gibi kisaltsan der ve eliyle de boyunalti hizasini gösterir. Sih; - Emrin olur Pasam diyerek yerine çekilir. Aradan zaman geçer, bir aksam Atatürk Amasya'daki Sih'i hatirlar ve Vali'yi telefonla arayip durumu sorar. Vali nasil söyleyecegini bilememekle birlikte, Sih'in sakal boyunda en küçük bir kisalma bile olmadigini aksine kimselere el sürdürmedigini anlatir. Atatürk telefonu kapatir, kagidi kalemi eline alir ve az sonra nazirini çagirip, yazdigi yaziyi Amasya Valiligi'ne teblig etmesini ister. Ertesi gün Amasya'dan bir haber gelir ki Sih Efendi Ata'yi görmek üzere Ankara'ya yola çikmis... Sih gelir, Ata'nin karsisina çikar. Sakal tamamen kesilmis, sinekkaydi bir tiras olunmus, saçlar kisaltilmis, kilik kiyafet bastan sona degistirilmis, bambaska bir görünüme bürünülmüstür. Atatürk'ün mesai arkadaslari bu degisimi anlayamaz ve Ata'ya sorarlar; - Aman Pasam, o Sih ki sakalina el dahi sürdürmezdi, siz ne ettiniz de kökünden kesmesini sagladiniz? Ata gülümser, sonra da yanindakilere dönüp; - Dün aksam Amasya Valiligi'ne bir yazi gönderdim ve Sih'i Afyon'a vali atadigimi bildirdim der. Ardindan da yeni bir yazi hazirlayip nazirina bu yaziyi da Sih'a vermesini söyler. Yazida söyle yazmaktadir; - Inancin ölçüsünün sakalda olmadigini anladigina sevindim. Valilik meselene gelince, bugün koltuk ugruna kirk yillik sakalindan vazgeçebilen yarin baska seyler için milletinden bile vazgeçebilir. Seni böyle bir ikileme mahkum birakmayalim. Kal saglicakla... 

---

MİLLETİMİN RAHAT UYUMASI…

Izmir kurtuldu, cok tatli bir yorgunluk,Ankara'ya hareket edecekler. Ertesi gun kompartimanin kapisini calar yaveri, açar yorgun, bitkin,kravatini yikamaktadir Ataturk. Yaveri "ya pasam bu ne hal hic uyumadiniz herhalde niye boylesiniz" der. Ya çocuk kompartimanima yastikla battaniye koymayi unutmussunuz. Kolumu yastik yaptim agridi setremi yastik yaptim usudum bende uyumadim kalktim" der. Yaveri; "aman pasam! Birimize haber vereydiniz hemen size bir yastikla battaniye 
getirirdik" der. Ve bir ulke kurtarmaktan donen komutan soyluyor bunlari tarihi bir cevap der ki 
"Gec farkettim hepiniz en az benim kadar yorgundunuz.Hicbirinize kiyamadim. 
Onemli olan benim uyumam degil milletimin rahat uyumasi". 

---

ÇANAKKALEDE YAŞANMIŞ BİR OLAY...

Kocadere köyünde büyük bir sargı yeri kuruluyor. Kimi Urfalı , kimi Bosnalı , Kimi Adıyamanlı, Kimi Gürünlü, Kimi Halepli çok sayıda yaralı getiriliyor... Bunlardan biri Lapsekinin Beybaş Köyündendir ve yarası oldukça ağırdır. Zor nefes alıp vermektedir. Alçalıp yükselen göğsünü biraz daha tutabilmek için komutanının elbisesine yapışır. Nefes alıp vermesi oldukça zorlaşır ama tane tane kelimeler dökülür dudaklarından. "Ölme ihtimalim çok fazla... Ben bir pusula yazdım...Arkadaşıma ulaştırın..." Tekrar derin nefes alıp, defalarca yutkunur: “Ben...Ben köylüm Lapseki' li İbrahim Onbaşından 1 Mecit borç aldıydım... Kendisini göremedim. Belki ölürüm. Ölürsem söyleyin hakkını helal etsin" "Sen merak etme evladım" der Komutanı, kanıyla kırmızıya boyanmış alnını eliyle okşar.Ve az sonra komutanının kollarında şehit olur ve son sözü de "söyleyin hakkını helal etsin" olur... Aradan fazla zaman geçmez. Oraya sürekli yaralılar getiriliyor.Bunlardan çoğu daha sargı yerine ulaştırılmadan şehit düşüyor. Şehitlerin üzerinden çıkan eşyalar, künyeler komutana ulaştırılıyor. İşte yine bir künye ve yine bir pusula. Komutan göz yaşlarını silmeye daha fırsat bulamamıştır. Pusulayı açar, hıçkırarak okur ve olduğu yere yığılır kalır. Ellerini yüzünekapatır, ne titremesine ne de göz yaşlarına engel olamaz... PUSULADAKİ NOT: "Ben Beybaş Köyünden arkadaşım Halil'e 1 mecit borç verdiydim. Kendisi beni göremedi. Biraz sonra taarruza kalkacağız. Belki ben dönemem. Arkadaşıma söyleyin ben hakkımı helal ettim..." 

----

ATATÜRK VE VERGİ BORCU OLAN KÖYLÜ…
ATATÜRK, sık sık ülkeyi dolaşan bir liderdi. Çiftçi ile konuşur, işçi, köylü, sanatkár, esnaf kısaca halk ile konuşur, onların sorunlarını dinler, Meclis'e getirir, milletvekillerinden bakanlardan bazen hesap sorar, bazen de çözüm arayışına girmelerini isterdi. İşte böyle yurt gezilerinden birinde, tarlasında çift süren bir çiftçi ile karşılaşır. - Kolay gele, bereketli ola ağa... - Allah razı olsun Bey... - Hayrola Ağa, öküzün tekine ne oldu? - Devlete vergi borcumuz vardı bey, icra kapımızı çalınca çaresiz kaldık, koca öküzü satıp borcumuzu ödedik. - Sağlık olsun ağa... diyerek, konuşmasını kısa keser. Çiftçinin adının Halil Ağa olduğunu öğrenen Atatürk'ün yanında; İçişleri Bakanı Şükrü Kaya ve Salih Bozok, Kılıç Ali, Hüsrev Gerede, emir subayı Rusuhi Bey, daha birkaç yakını vardır. Bir yandan yürüyen, bir yandan da düşünen Atatürk, Salih Bozok'u yanına çağırır; - Salih, yarın sabah git Halil Ağa'yı bul, bana getir. Benim kim olduğumu sorarsa, bizim bey seni bir kahve içmeye çağırıyor de...

Ertesi gün; Salih Bozok, Halil Ağa'yı bulur ve Atatürk'ün yanına getirir. Halil Ağa'yı gören Atatürk, ayağa kalkarak; ‘‘Buyur Halil Ağa’’ deyip bir sandalye gösterir. Salonda bulunan ve olanlardan habersiz bir vaziyette konuşmaları izleyen zamanın Başbakanı İsmet İnönü'nün de yanında, Atatürk, Halil Ağa'ya dönerek; ‘‘Halil Ağa, anlat şu vergi işini bir daha’’ der. İCRAYLA SATILAN ÖKÜZ Halil Ağa, vergi borcunu, icrayı, satılan öküzünü tekrar anlatır. Atatürk kaşlarını çatarak İsmet Paşa ve Şükrü Kaya'ya dönerek; - Arkadaşlar, biz İstiklal Savaşı’nı Halil Ağa'nın öküzünü icra yoluyla satalım diye yapmadık. Bu memlekette adaleti, vatandaşı böyle mi koruyacağız? Gerekirse vergi borcu ertelenebilir. Köylünün çift sürdüğü öküzü elinden alınmaz. Bu konuşma üzerine, olayı fark eden Halil Ağa, Atatürk'e dönerek; - Sen Atatürk Paşa'msın galiba, ne olur beni bağışla kusur ettim, diye yalvaracak olur. Atatürk, bir yandan tebessüm eder bir yandan da Halil Ağa'nın sırtını okşayarak; - Sana güle güle Halil Ağa, sen bizim gözümüzü açtın... der ve Halil Ağa'yı ayakta uğurlar. 

---
TÜRK ORDULARI BAŞKUMANDANIYIM 

Afyonkarahisar'ın hatlarının çözülmesi sonunda birkaç Yunanlı tutsak, geceleyin Mustafa Kemal'in çadırına getirilmişti. Bunlardan birisi, Muzaffer Generalin doğup büyümüş olduğu Selanik'ten gelmişti. Yüz, kendisine yabancı gelmediğinden ve üniformasında da hiçbir bellilik görmediğinden kim olduklarını ve rütbelerini sormaya başlamıştı. 
- Binbaşı mısınız? 
- Hayır. 
- Albay mı? 
- Hayır. 
- Korgeneral mi? 
- Hayır. 
- Peki nesiniz? 
- Ben Mareşal ve Türk Orduları Başkomutanıyım!Şaşkınlıktan ağzı açık kalan Yunanlı kekeledi: 
- Bir başkomutanın savaş hattına bu kadar yakın yerlerde dolaşması işitilmiş değil de!.. 

General SHERRIL 

Kaynak: General Sherril - Atatürk Nezdinde Bir Yıl Elçilik,1935 

---

İKİNCİ DÜNYA SAVAŞI 

Hastalığının ilerlemiş zamanında: 
"Hatta bir gün, bizim önümüzde bazı siyasi sorunlara değinip Romanya' da yapılan hükümet değişmesinden söz ederken,bir patriğin işbaşına gelmiş olmasından hayret duyduğumu söyledim.Bu nedenle İkinci Dünya Savaşı'nın da yaklaşmakta olduğunu anıştırarak dedi ki: 
- "Bir savaş çıktığı takdirde, kanımca yansız kalmalıyız.O zaman birçok fırtınalar kopacak.Devlet gemisini gayet ustaca yöneterek işin içinden sıyrılmaya çalışılmalıdır." dedi. 

Prof. Dr. Nihat Reşat BELGER 

Kaynak: Nihat Reşat Belger - Atatürk'ün Hastalığı 

---

GENELGEYLE DEVRİM OLMAZ 

1924 yılının ilkbaharıydı.Erzurum ve Pasinler'de depremde birçok köyün evleri yıkılmıştı.Zarar gören halkla görüşmek için Pasinler'e gelen Atatürk, halkın içinden ihtiyar bir köylüyü çağırdı: 
- Depremden çok zarar gördün mü,baba? diye sordu.Atatürk ihtiyarın şüphesini görünce,tekrar sordu: 
- Hükümet sana kaç lira verse,zararını karşılayabilirsin?İhtiyar,Kürt şivesiyle: 
- Valle Padişah bilir! dedi 
Atatürk gülümsedi.Yumuşak bir sesle: 
- Baba, Padişah yok;onları siz kaldırmadınız mı?Söyle bakalım zararın ne? 
İhtiyar tekrar etti: 
- Padişah bilir!... 

Bu cevap karşısında kaşları çatılan Atatürk Kaymakam'a döndü: 
- Siz daha devrimi yaymamışsınız! dedi 
Bu sırada görevini başarmış insanlara özgü bir ağırbaşlılıkla ortaya atılan tahrirat katibi: 
- Köylere genelge yolladık Paşam, dedi.Atatürk'ün fırtınalı yüzü, daha çok karıştı: 
- Oğlum,dedi,genelgeyle devrim olamaz!..." 

Ahmet Hidayet Reel 

---

KAHRAMAN TÜRK KADINI 

17Mart 1923 Tarsus: 

Mustafa Kemal İstasyon'dan şehre doğru,bir süre yaya olarak yürüdü.O'nu görmek için sabahtan itibaren yolları dolduran Tarsusluların arasından neşe ile selamlar vererek,ilerledi.O sırada ansızın bir olayla karşılaştı. 

Milli Mücadele'deki çete giysili bir kadın,Atatürk'ün yolunu keserek ayağına kapandı. Gözyaşlarıyla şöyle haykırıyordu: 
- "Bastığın toprağa kurban olayım Paşam!" 
Mustafa Kemal onu yerden kaldırmak için eğilirken kulağına bu kadının Kurtuluş Savaşında cephelerde çarpışmış olan (Adile Çavuş) olduğunu fısıldadılar. 

Gözlerinden iki damla yaş düşen Mustafa Kemal,bu güneşten yüzü yanmış kadının elinden tutup ayağa kaldırdı ve ona şöyle seslendi: 
- "Kahraman Türk kadını! Sen yerlerde sürünmeye değil,omuzlar üzerinde yükselmeye layıksın."  


HAZIRLAYAN : KEREM CÖMERT

Bu web sitesi ücretsiz olarak Bedava-Sitem.com ile oluşturulmuştur. Siz de kendi web sitenizi kurmak ister misiniz?
Ücretsiz kaydol